Büyük Başkan'a Saygıyla
Dün çok içimden gelen ama daha önce şahit olmadığım bir
duygu yaşadım. Bu muthelemen bir camiaya, iki renge duyduğum sevgiden gelen bir
şeydi. Ve ortada çok farklı bir büyü vardı. Benimle aynı hisleri paylaşan
yüzlerce insanın büyüsü vardı. Ve bir konuda yalnız olmadığını bilmek insana
bazen çok özel duygular yaşatabilir. Dün bir kere daha anladım.
Dün, yıllarca Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün başkanlığını
yapmış bir adamın cenaze törenine katıldım. Ama belli ki o sadece bir başkan
değilmiş. O gönüllerin kralı, adamların hası, yaşayan en kibar erkeklerden
biriymiş.
İtiraf etmek gerekirse son birkaç senedir internette onun
hakkında hep haberler görüyordum. Ama ne hikmetse bir kere bile açıp
okumuşluğum yoktur. İsmen tanırdım. Dün bu yüzden onunla ilk tanışmamız ve ilk
elvedamız oldu. Onunla yaşarken tanışamadım ama cenaze törenine gelen onlarca
kadın, erkek ve çocuk bana onu çok iyi anlattı. Belki de o zamanlar yaşım küçük
olduğu için bilmiyorum, hakkında pek fazla şey hatırlamıyordum. Ama dün bende
önemli bir anı bıraktı. Bundan sonra hatırlayacağım tek bir anı, bende onlarca
anıya bedel olarak kalacak.
Süleyman Seba adammış ve adam gibi de evlatlar bırakmış. Dün
fark ettim ki, tanıdığım pek çok Beşiktaşlı kişinin Beşiktaş’a olan saygısı
onun sayesindeymiş. İçlerindeki sevginin büyük bir kısmı aslında kulüpten çok
ona aitmiş. Ne mutlu bana ki, yüreğinde aynı benim gibi, aynı bana bu sevgiyi
aşılayan babam gibi insanlar tanıyorum. Onlarla beraber tarihi organizasyonlara
imza atıyorum.
Bir seneden fazladır babamla Kartallar Beşiktaş Motosiklet
Kulübü Derneği üyesiyiz. Şu ana kadar iki tarihi organizasyona katıldım ve
ömrüm boyunca tanıdığım herkese gururla, ilk günkü heyecanıyla anlatacağım.
Dün önce motorları Dolmabahçe’ye park ettik. Dolmabahçe
Camii’nin önü çelenk dolmuştu. Daha o anda büyülendim. Ben bugün nelere şahit
olacağım diye düşündüm. Ardından toplanan ekiple beraber inşaat halindeki
stadın girişine geldik. Çünkü cenaze töreni burada yapılacak konuşmalarla
başlayacaktı. Stada giriş de o kadar büyülüydü ki! O toprak ve taş dolu
yollardan inerken maç anılarım canlandı gözümün önünde. Çarşı’nın sesi
kulaklarımda çınladı. Çocukken gittiğim maçlarda, maçı unutup Çarşı’ya bakıp
daldığım anlar geldi aklıma. Çocuksun ve karşında çoğu zaman anlamadığın
kelimelerle tezahürat yapan kocaman adamlar var. O kadar çocuksun ki onları
heyecanla izlerken dönüp babana “Ne diyorlar baba?” diye soruyorsun. Kız çocuğu
olmama rağmen maça gitmeyi çok sevmişimdir. Ama izlediğim toplam maç
dakikaları, maçı unutup izlediğim çoşkuyla takımı destekleyen adamlardan daha
azdır diyebilirim. Neyse, hava dün çok sıcaktı. O stadda dakikalarca güneş
altında törenin başlamasını bekledik. Hatta futbolculardan önce yeni stadda ter
döken insanlar olduk. Stadın açık olan kısmı dakikalar geçtikçe daha da
kalabalık oldu. Ardından Yeni Açık tarafında futbolcular, yöneticiler belirdi.
Çok kalabalık olunca açılmayan tribün kısımları açıldı. Ve Kapalının alt
tarafında Çarşı belirdi. Hemen gruplanmalar yapıldı ve başladı
“Siyah-Siyah-Siyah-Siyah” diye bağırmalar. Bir an düşündüm. Siyah-beyaz olan bu
atışma niye siyah-siyah olarak yapılıyor diye. Sonradan anladım. O günün beyaz
diye anılacak bir tarafı yoktu.
Yanına, oraya niye geldiğini bilmeyen çocuklarını almış
kadınlar, işten izin alıp gelmiş adamlar, yaşlı başlı zor yürüyen insanlar...
Her türlü insan oradaydı. Tek bir amaç için. Cenaze arabası geldi, konuşma
yapılacak platformun önüne çekildi. Tesadüftü ama platform çok iyi bir
yerdeydi. Yeni Açık tribününün önünde, Seba’nın ilk golünü attığı kalenin
bulunduğu yerdeydi. Konuşmalar yapıldı ardından bütün topluluk camiye geçti.
Hani şu ‘ayakkabılarıyla girdiler’ denilen camiye. Ama biz o sırada onlarla
kalamadık. Amacımız başkaydı, başkanı camiye gönderip motorlara atladık ve doğru Dolmabahçe’deki Bomonti’ye giden
tünelin girişine. Kaç saat bekledik hatırlamıyorum. Ama kimseden tek bir
negatif ses çıkmadı. Herkes görevini hakkıyla yapmak, o tarihi anı yaşamak
istiyordu. Derken kalabalık arttı. Polisler koşmaya başladı. Biz motorlarımızın
üstünde hazır bekliyorduk. Önce devlet adamlarından biri geçti. Ama dün benim
için o kadar önemsizlerdi ki şu anda kim olduğunu hatırlamıyorum bile. Sadece,
biz tünel içerisinde beklerken geçen onlarca polis aracını, korumaları ve
inanılmaz hızlı geçişlerini hatırlıyorum.
Ve beklenen an geldi. Amacımız cenaze arabasının arkasında
konvoy oluşturmak ve ona mezarlığa kadar eşlik etmekti. O yıllarca gönülden
emek verdiği kulübe yapacaklarını yapmıştı. Bir şey yapma sırası bizdeydi.
Arabayı görmemizle yola çıkmamız bir oldu. Altı motor aynı anda gaz vere vere
geçtik o tünelden. Başkanı selamlarcasına. Tünelden çıktık Feriköy’ün iç
taraflarında, artçılar olarak açtık kollarımızı, yaptık kartal duruşumuzu. O
ana kadar pek bir şeyim yoktu. Ama sokak aralarına girince, bizi gören pek çok
kişi başladı kollarını kaldırmaya. Mezarlığın girişinde onlarca insan aynı
şekilde. Yaşlı gözlerle cenaze arabasına bakıp ardından bizi görüp başkana son
bir selam verircesine kaldırdı kollarını. İşte o an.. En anlam yüklü sahneydi benim için.
Bundan sonrası zaten fazla üzüntülü toprağa veriliş
sahneleri falan filan. Zaten o kadar kalabalıktı ki ben de çok fazla durmadan
motorların yanına indim.
Hiç tanımadığın bir adam uğruna, saatlerini
harcayabiliyormuş insan. Sırf sevdaları aynı diye. Öğrenmiş oldum.
Toprağın bol olsun Büyük Başkan, senden bize kalan miras,
çocuklarımıza olan borcumuzdur. Sen rahat uyu.
Yorumlar
Yorum Gönder