Komşu Çocuğu
Sizce de İstanbul fazla
küçülmedi mi? Ama bir o kadar da büyüdü sanki. Bazen üzerine ayak basan herkesi
yutacak kadar kocaman bir canavar, bazen herkese kucak açabilen kocaman bir
anne gibi davranıyor son zamanlarda.
Şöyle etrafınıza bir
bakın. Oturduğunuz semti, gitmeyi sevdiğiniz mekanları, önceden gidip de artık
uğramadığınız yerleri bir düşünün mesela. Nereler değişti? Nereler aynı kaldı? Bu
sorunun cevabını kolayca verebilirsiniz. Çünkü değişen o kadar fazla yer var
ki! Aslında bu değişim uzun zamandır var. Ama bu denli fark etmemiz zaman aldı
diyebilirim. İstanbul üzerinde dönen piyasalaşmanın, markalaşmanın ve olanı
berbat etmenin haddi hesabı yok artık.
Mesela eskiden beri
İstanbul’un bazı semtleri hep revaçta olurdu. Beşiktaş, Kadıköy, Taksim, Bakırköy,
Bebek gibi. Arada da farklı işletmelerle canlanan, adından söz ettiren yerler
çıkardı. Galata, Karaköy, Moda, Cihangir gibi. Ama artık tüketim çağında öyle
bir noktaya geldik ki! İstanbul’un her bir semtinin belli bir süreliğine
dikkatler üzerine çekiliyor. Sosyetik, medyatik insanlar oraya götürülüyor,
bizim gibi insanlar da merakından gidiyor. Sonra bir bakmışsın, o cafelerin
havası sönmüş, şaşası gitmiş, sadece mahalle arasında tatlı bir cafe olarak
kendinden söz ettirir hale gelmiş. Bazı dükkanlar değişmiş, butikler para
kazanamadıkları için fiyatlarını iyice arttırmış. Ve belli bir süre sonra
tekrar bakıyorsun, bu sefer ön plana atılmış başka minik bir semt. Sanki
ihtiyaç sahibi minik topluluklar var da onlara para yardımı yapmak için oradan
oraya koşuyormuşsun gibi. Ama bu sırada değişen ve bence çoğu zaman gerileyen
sadece İstanbul kültürü oluyor. Bu kadar zengin bir dokusu, tarihi varken her
yeri zamanla aynılaştırıyoruz artık. Evet biz de yapıyoruz bunu; sadece yeni
dalga kahvecileri veya minik ama lüks restoranlar değil. Her yerin
aynılaşmasına izin veriyoruz bir nevi. Önce önümüze sunulan bir yeri kabul edip
sonrasında çok çabuk ondan sıkılıyor ama yerine yenisi konan bu mekanlarda çok
da farklılık olmasın istiyoruz. Veya maddi açıdan herkese kucak açan ortamlar
olmadığı için belli bir kitleye hitap etmeye başlıyor. Örneğin Karaköy mesela.
Evet değişti, güzel de oldu, bu açıdan lafım yok. Ama sırf oradaki mekanda
oturacağım diye ödeyeceğim hesapla iki gün bambaşka yerlerde gezebilirim.
Bu aralar özellikle
herkesin dilinde olan İstiklal ve Bağdat Caddesi’nden bahsetmiyorum bile. Çünkü
bırakın gitmeyi, bu değişime şahit olmak, her geçen gün daha da kötüleştiğini
görmek bile bana fazlasıyla üzüntü veriyor. Çocukluğumun geçtiği yerleri
böylesi karanlık hallerde görmek.. Hani bize de hep anlatılan o eski İstanbul
var ya. Öyle bir şey. Yenilendi, yeni bir çağ başladı ve “Eski hali yok evet
ama artık böyle kalır.” diye düşündüğümüz her yer daha biz yaşlanmadan ‘eski’
sıfatıyla anılır oldu.
Ve böyle bir ortamın,
piyasanın içinde her daim ve her insana kucak açan belli başlı birkaç ilçe
kaldı artık. Kadıköy, Beşiktaş ve
Bakırköy. Çünkü parası olan da gidiyor olmayan da. Adeta küçük İstanbul
gibiler. Her kültürden insanı içinde barındırabiliyorlar. Çok lüks yerlerde çok
güzel yemekler de yiyebilirsiniz, çok ucuza gardolap düzecek şekilde alışveriş
de yapabilirsiniz.
Ama sanırım tüm bunların
içinde, İstanbul bize hep komşu çocuğu gibi gelmeye de devam edecek. Yanımızdayken
şımarıklığından sıkıldığımız ama uzaktayken de suretini çok özlediğimiz.
Yorumlar
Yorum Gönder